Doğal bir süreç olarak yağış, sel, heyelan vb. dış etkenler ve kıta hareketleri, volkanlar, faylar gibi iç etkenlerle sürekli değişen dünyamızda, herhangi bir bölgenin veya bir ülkenin fiziksel, ekonomik, biyolojik, insani ve siyasi yönden tanımlanmasında coğrafya sözcüğü kullanılır. Yerel coğrafya “kent kimliği” ve “doğal yerel kimlik”in oluşumunda en önemli faktörlerdendir. Bu durum; kıta hareketleri nedeniyle yer değiştirirken zaman zaman deniz altında ve zaman zaman da su üstünde kalan, üst karbonifer dönemindeki karasal koşullarda gelişen akarsu ortamlarında kömür damarları çökelirken çökelme, aşınma, taşınma vb. süreçlerinin yaşandığı Kuzeybatı Anadolu Taşkömürü Havzası’nın coğrafyası için de geçerlidir. Bu coğrafyadan daha sonra Alp-Himalaya dağ sisteminin bir kolu olan Pontitler geçerek günümüzdeki karmaşık topoğrafik görünüm oluşmuştur.
Sahillerde, ticaret, gemi yapımı ve balıkçılık; köy ve kasabalarda ise tarım, hayvancılık ve ormancılık yapılarak sakin bir yaşamın sürdüğü yöre, kömürün bulunması ile birlikte yerli ve yabancı sermaye için çekim merkezi olmuştur. Dışarıdan gelen yabancı ve yerli insanların getirdikleri kültürlerin de katılımıyla eski ve yeni yaşam biçimleri harmanlamış, özünde madenciliğin olduğu yeni bir yerel kimlik ve yaşam kültürü oluşmuştur.
Zonguldak’ta Osmanlı İmparatorluğu döneminde dünyada kömürün en önemli enerji kaynağı olduğu zamanlarda, Padişah fermanıyla kumpanyalar eliyle başlanılan kömür üretimine, 1. Dünya Savaşı yıllarında emperyalist devletler de dâhil olmuş ve madencilik çalışmaları giderek gelişmiştir. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte yörede Havza madenciliğine geçilmiş ve yatırımlar artırılmıştır. İlde kömüre dayalı sanayi tesislerinin yanı sıra, yöreye özgü işçi ve memur siteleri gibi toplu yaşam alanları, eğitim kurumları, ekonoma gibi alışveriş merkezleri, sosyal ve spor tesisleri yapılmış ve madenciliğin merkezinde olduğu yeni yaşam kültürü gelişmiştir. Zonguldak’ta madencilik konusunda yetişen teknik elemanlar; sadece ilde madenciliğin gelişmesine katkı sunmakla kalmamış, ülke içine de dağılarak Türkiye’de madenciliğin kurulmasına ve gelişmesine öncülük etmişlerdir.
Taşkömürünün çıkarılmaya başlaması ile birlikte limanlar, kömüre giden demiryolu, karayolu ağı ve en son olarak da yakın zamanda hava alanı yapılarak bölgenin ülke ve dünya ile bağlantısı artmıştır. Başlangıçta ısı ve buhar gücü ile çalışan motorların çalıştırılmasında kullanılan kömür, büyük şehirlerde alternatif bir enerji kaynağı (hava) gaz(ı) olarak da kullanılmıştır. Çatalağzı’nda devlet tarafından yapılan ve giderek özel sektörün de devreye girmesiyle sayı ve kapasite olarak artan termik santrallerle elektrik enerjisine dönüştürülmüş, elektrik enerjisi ulusal ağa bağlanarak ülkenin kalkınmasının temelini oluşturmuştur. Yine taşkömürü kullanılarak elde edilen kok kömürünü enerji girdisi olarak kullanan ülkemizin en büyük demir çelik yatırımları olan Ereğli ve Karabük Demir Çelik Fabrikaları ile Filyos Ateş Tuğla Fabrikası bu coğrafyada kurulmuştur. Yörede çimento ve kâğıt fabrikasının yanı sıra tuğla imalathaneleri, demir çelik fabrikaları tarafından üretilen ürünleri değerlendiren; tersane, haddehane, boru vb. çok sayıda özel sektör yatırımı gerçekleşmiştir. Böylece Kuzeybatı Anadolu Taşkömürü Havzasında üç il Zonguldak, Karabük ve Bartın kurularak gelişmiştir.
Maden işçilerinden şehir merkezlerinde ikamet edenlerin kesintisiz olarak “daimi işçi” statüsünde, köylerde ikamet edenlerin ise bir ay köyde bir ay da ocaklarda çalışmalarıyla “gruplu işçi” olarak da isimlendirilen bir düzende çalışmalarıyla yöreye özgü bir çalışma ve yaşam şekli gelişmiştir. Gruplu olarak mürettep köylerde yaşayan işçiler genellikle ağaçların tahkimat malzemesi olarak kullanıldığı üretim panolarında kazmacı ve domuzdamcı sanatlarında çalışırken, şehir merkezinde yaşayan ve genellikle Zonguldak’a dışarıdan gelen daimi işçiler ana tahkimatın demir bağlarla yapıldığı taş içinde açılan galerilerin kazısında çalışmışlardır. Gruplu olan işçilerin köyleri özelliklerine göre “kazmacı köyü” ve “domuzdamcı köyü” olarak ayrılmış ve aynı köyden olanlar madenciliğin zor çalışma şartlarındaki olağanüstü durumlarda birbirlerine destek verecekleri değerlendirilerek ocaklarda bir arada olacak şekilde görevlendirilmişlerdir. Türkiye’de ilk işçi örgütlenmesi olan Amele Birliği, işçi ve işverenin yükümlülüklerini belirleyen “Dilaver Paşa Nizamnamesi”, “mükellefiyet” uygulamaları ve büyük işçi hareketleri Zonguldak’ta gelişen madencilik kültürünün somut sonuçlarıdır. Bölgede yaşanan maden kazaları ağıtlara konu olurken, “karadır kaşların ferman yazdırır” türküsünde olduğu gibi içinde orman, ömür, demir, kömür gibi madencilik terimlerinin geçtiği türküler yakılmıştır.
Şehrin oluştuğu alanda en geniş karbonifer penceresinin bulunması nedeniyle TTK’nın en büyük işletmeleri (Karadon, Kozlu ve Üzülmez TİM) Zonguldak merkezine yakın konumlarda kurulmuştur. Ocaklardan dışarı çıkarılan atıklar, santrallardan kaynaklanan çevre kirliliği, yüzeye yakın derinliklerde yapılan işletmecilikten kaynaklanan tasman hareketleri madencilik çalışmalarının Zonguldak’taki olumsuz etkileridir. Günümüze kadar geçen süreçte kontrolsüz yapılaşma nedeniyle zamanla yerleşim ile işletmecilik iç içe geçmiş, şehirleşme işletmecilik üzerinde baskı oluşturmuş ve madenciliğin daha geniş bir alanda yapılmasını engellemiştir. Günümüzde TTK derin kotlarda madencilik çalışmaları yapmaya yönelirken, yeryüzüne yakın derinliklerde olan ocaklarını terk etmiş ve özel sektör işletmeciliğine açmıştır.
Petrol ve doğal gaza göre çevreyi daha fazla kirletmesi, yeraltında çok zor koşullarda daha pahalı olarak üretilmesi ve giderek çevreye daha az zarar veren yenilenebilir kaynaklarının kullanılmasına bağlı olarak, dünya genelinde kömürün enerji kaynağı olarak önemi giderek azalmaktadır. Bu durumdan etkilenen yörede, giderek kömür ocaklarında çalışan işçi sayısı azalmakta ve madencilik kültürü nedeniyle oluşan yaşam şekli değişmektedir. Bu değişimin devam etmesiyle birlikte, havzada kömür üretiminin başlangıcından günümüze kadar geçen yaklaşık 190 yıllık sürede insanlar tarafından oluşturulan madencilik kültürünün bir yansıması olan; özgün sokakları, caddeleri, mimari yapılarıyla Zonguldak birbirine benzer şekilde yapılan yüksek katlı yeni inşaatlarla giderek değişmekte ve özgün kimliğini kaybetmektedir. Yine insan eliyle bilinçli olarak yapılan ve önlenemez hale gelen bu değişim yavaşlatılarak ve ötelenerek, madencilik çerçevesinde oluşan “Kent Kimliği” belki bir süre daha korunabilir. Kimliği olan kentlerin anılarını hatırlatma açısından sakinlerine ve ziyaretçilerine mutluluk kaynağı oldukları unutulmamalıdır.